25 Ocak 2010 Pazartesi

Yahşi Batı - 2010




Yahşi Batı, Cem Yılmaz'ın 1 Ocak 2010 günü vizyona giren son yapımı. Genel de filmlerin başarılı olması ya da olmaması yönetmenlerin sorumluluğudur. Yahşi Batı'nın yönetmen koltuğunda da Ömer Faruk Sorak var fakat filmi eleştirirken daima odak noktası Cem Yılmaz oluyor. Cem Yılmaz filmin oyuncusudur, senaristidir. Aslına bakarsanız bir yandan da yönetmenidir elbette. Bir Cem Yılmaz filmi işte.


İki Osmanlı insanı, Padişahın amerika başkanına hediyesini vermek için yola çıkarlar. Hediye elmas bir kolyedir. Çok da değerlidir. Fakat yolculuk sırasında kolyeyi bir kovboy çetesine kaptırırlar. Evet, posta arabasını soyan azılı kovboylar. Film klasik western sahneleriyle başlıyor. Tabii ki Cem Yılmaz burada ve başka yerlerde bunları yaparken keskin mizah anlayışından yola çıkıyordur. Çok da güldürmeyen fakat ince espriler sıkça karşımıza çıkıyor. Dekorlar, kostümler gerçeketen güzel olmuş. Üzerinde uğraşıldığı belli. Film de tercih edilen ışık, komedinin havasına yakışır düzeyde. Parlak, canlı. Film de karamsarlık yok. Her an minik bir tebessüm bekleyebiliyorsunuz yani, evet burada kötü bir şey olacak demiyorsunuz. Ehh! Cem Yılmaz'ın olması da bu beklentilerin kaynağı elbette. Fakat A.R.O.G. daki, arada güldüren ama hep o karşılaştırma yapma durumundan başka bir şey yok filmde. Yani şöyle ki. A.R.O.G. da nasıl ki eski-yeni diye karşılaştırma yapmışsa, burada da Osmanlı-Amerika diye yapmış. Bunun yanında reklamı da yapmadan edememiş Cem Yılmaz, bir önceki filminde olduğu gibi. Cola Turka reklamını bir ara gözümüze -bana göre manasızca- soktu. Yok efendim aslında kolayı Türkler keşfetmiş. Gerçekten saçmalık. Tabii filmin aslında günümüzden, 1880 lere gittiğini de düşünürsek. Dört arkadaş masada oturuyorlardır. Rakılar içiliyordur. Bu arada içlerinen birisi (Cem Yılmaz) aralarında ki sanırım koleksiyoncu ya da zengin biri, eski amerikan çizmesi satmaya çalışıyor. Sonrada bu çizmelerin hikayesini anlatmak maksadıyla herşey başlıyor ve o günlere gidiyoruz. O yüzden de bir yandan dönem filmi diyebileceğimiz bu komedide, güncel örneklerle karşılaşmamak olmuyor. Çünkü o çizmeleri satmak için bir hikaye uyduruyor.


Film hikaye anlamında bakıldığında pek de sağlam değil. Oyuncu performansları da bir şeye benzemiyor doğrusu. Demet Evgar'ı artık bu tür pahalı yapımlarda görmekten gına geldi. Ama söylemek gerekir ki Ozan Güven-Cem Yılmaz ikilisi oluşmaya başladı artık. Hatta bir yerde G.O.R.A. ve A.R.O.G. a gönderme bile var filmde. Hiç beklemezdim demeyeceğim ama bu sefer yapmaz diye düşünmüştüm. Çünkü Yahşi Batı filminin temel oyuncu kadrosu her ne kadar bu iki filmden olsa da, farklı bir yönü vardı. En azından Arif karakteri bu film de yoktu artık. Filmin olay örgüsü çok yavaş. Film çok hareketsiz geçiyor denebilir. En azından bir western filmine benzetmişseniz filminizi hız ve hareket olmalıydı. Her ne kadar filmin başında ki posta arabası kovalamacası olsa da, bunun dışında pek de bir şey yok. Sadece zafere ulaşmak için, bir birini izleyen sahnelerden oluşan bir film. Size hiç bir ipucu sunmuyor hikaye. Cem Yılmaz filmin sonunu getiremediğini düşündüğü anlarda hep numaralar yapmış. İşe yaramayacak sahneleri eklemiş.


Filmi beğenmedim. Ama böyle filmlerin yapılması gerektiğini de söyleyebilirim. Bir Recep İvedik değil en azından. Size bir şeyler sunabiliyor. Gönlünüzü hoş tutabilecek bir seviyesi var. Biraz skeç havasında geçse de film zaman geçirmek için izlenebilir. Ben kendi adıma beklentisiz bir şekilde gitmiştim filme. Gerçekten de beğenmeyerek çıktım. G.O.R.A. yı severim mesela. ama son iki filmini sevemedim Cem Yılmaz'ın. Söylemek istemezdim ama biraz da zaman kaybı o iki film. Neyse efendim yine de gitmek gerek, en azından bu kadar popüler ve üzerine konuşulan bir filmi izlememek olmazdı. Karman-çorman hikayesine rağmen, bir Cem Yılmaz filmidir.


Hoşça kalın.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Avatar (2009)




Avatar, 2009'un son günlerin de hayatımıza dahil olan James Cameron'un yepyeni filmi. 17 ocak günü arkadaşlar filme bilet aldıklarında ben de onlarla beraber izlemek için gece 00.15 de İstinye Park da Imax 3d teknolojisi ile bu filmi izleme olanağına eriştim. Aslında o gün Yahşi Batı filmine gitme planları vardı fakat olmadı.


Sanırım benim burada her yerde bulabileceğiniz aşmış bir kritik yapmam mümkün olmayacak fakat filme dair benim de bir fikrim var elbette. İkinci kez 3D bir film izledim öncelikle. Diğeri G-Force adlı filmi. İki filmin karşılaştırmasını yapmayacağım elbette. Cameron bu film ile Altın Küre'de zaten en iyi film ödülüne sahip oldu. Bundan sonra bana laf etmek pek düşmez. Yine de etmezsem de olmaz. Uzun yıllardır bu film üzerinde çalıştığını defalarca okuduk, Cameron için. Filme dair en büyük olumsuz eleştiri senaryosuyla ilgiliydi. Bunun yanında bu tür bilim-kurgu örneklerinin bir sentezi olması da var elbette.


Film Pandora adlı bir gezegen de geçiyor. Cameron'un yarattığı bir gezegen. Yarattığı demem doğru olacaktır doğrusu. Zira 3D'nin de etkisiyle olsa gerek böyle bir yerin varlığına inanabilirsiniz. İnsanoğlunun başka gezegenlere kolayca gidip, oralarda üst kurup ve hatta oranın yer altı madenlerini ele geçirmesini konu alıyor film. Bunu yapabilmek ne zaman kolay olmuş ki Pandora da yapabilsin. Bugün ABD Irak'ı işgal edip oranın petrollerine sahip oluyor fakat en kanlı haliyle. Ehh bizim insanoğlunun hırsları bitmek tükenmiyor, kendi gezegenin de alacak bir şeyi olmasa gerek ki başka gezegenler de ki madenleri de ele geçirmeye çalışıyor. Bunun için karşılarında en büyük engel Na'viler. Na'viler insanlara göre baya gelişmiş bir canlı türü. İnsanlar gibi algılayabiliyor ve hareket edebiliyorlar. Fakat yaşam tarzları insanoğlunun doğayı tahrip etmesinin çok ötesinde doğayla barışık, onu sahiplenen bir biçimde. Kendilerine ait bir mitleri var. Savaşçılar. İnsanlar onlarla iletişim kurmak için önce onların arasına karşmayı deniyor fakat başarısız oluyorlar. Bu nokta da Na'vilere tıpatıp benzeyen genetik ürünler yaratıyorlar. Biraz insan, biraz Na'vi DNA'sıyla başarıyorlar bunu. Bu Na'vileri kontrol edebilmek de sadece o insan DNA'sı sayesinde mümkün oluyor. Kahramanımız Jake Sully Na'vi halkının içine ilk önce bir casus gibi giriyor. Onlardan biri oluyor. Uçuyor, koşuyor, savaşıyor. Uyandığında, yani insan olduğunda bütün bu bilgileri kendi gibi insan ırkına anlatıyor. zaman geçikçe Jake onlardan biri olmaya başlıyor. Yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu fark ediyor. Hatta kendini bir Na'vi gibi görmeye başlıyor desek yeri. Tabi bundan sonra Jake Na'vilerle beraber insanlara karşı savaşan biri oluyor. Doğrusu Na'vi oluyor.


Aslında bunların çoğunu filmi izlerken tahmin edebiliyorsunuz. Gerçekten de bakıldığında senaryo anlamında eski tip bir şey var karşınızda. Güçlü-güçsüz savaşı, kadın-erkek ilişkisi, kahramanlık v.s. Bu tür filmlerde bulabileceğiniz türden. Bir yerde şöyle bir şey okudum. Cameron milyon dolarlık yapımıyla, kapitalist dünyaya karşı savaşıyor. Cümle tam olarak böyle değildi, benim anladığım böyle bir şeydi. Film dünya da şuan bir fenomen haline geldi. İmdb'de bile en son baktığımda 37. sıraya kadar yükselmişti. Doğrusu görselliğiyle, yaratılan dünyasıyla film bunu hakediyor. Hatta bir sinema eleştirmeni değil ve beklentileriniz de çok yüksek değilse Cameron iyi bir iş çıkarmış diyeceksiniz. Sizi duygulandırabilen, heyecanlandırabilen, sürükleyici bir film Avatar. Tadı damağımda bile kaldı. Böyle filmlerin tutnunu değilim ama kaldı işte. Gitmenizi, en azından bir kaç saatliğine de olsa insan halinizden arınmanız için tavsiye ederim. Benden bu kadar.


Hoşça kalın.

10 Ocak 2010 Pazar

Benim de Fikrim Var

Yep yeni, tazecik, sıcacık bir blog burası. Neden böyle bir blog açma gereksinimi duydum bunu söyleyerek işe başlıyorum. Zaten beni bilenler bilir. 2 yıldır yazdığımız bir blog var. Baktım ki o blog ipe sapa gelmez, karman-çorman bir hal aldı. Artık buradan farklı bir şeyler yazmak istiyorum. Tabi bir yandan oraya da devam ederiz. Belki orası daha özel, kendi hayatımızdan olmaya devam eder. Burada ne yapmak istediğimi hemen söylüyorum. Öncelikle bir şeyler üzerine konuşmak isteğimi belirteyim. Sinema, müzik, edebiyat, kitap, şiir, tiyatro, gazeteler, televizyon programları, internet, spor, v.s. İşte böyle. Herkes bir şeyler konuşuyor, bir şeylerin üzerine. Ehh, benim de fikrim var.

Hoşça kalın.