20 Ocak 2010 Çarşamba

Avatar (2009)




Avatar, 2009'un son günlerin de hayatımıza dahil olan James Cameron'un yepyeni filmi. 17 ocak günü arkadaşlar filme bilet aldıklarında ben de onlarla beraber izlemek için gece 00.15 de İstinye Park da Imax 3d teknolojisi ile bu filmi izleme olanağına eriştim. Aslında o gün Yahşi Batı filmine gitme planları vardı fakat olmadı.


Sanırım benim burada her yerde bulabileceğiniz aşmış bir kritik yapmam mümkün olmayacak fakat filme dair benim de bir fikrim var elbette. İkinci kez 3D bir film izledim öncelikle. Diğeri G-Force adlı filmi. İki filmin karşılaştırmasını yapmayacağım elbette. Cameron bu film ile Altın Küre'de zaten en iyi film ödülüne sahip oldu. Bundan sonra bana laf etmek pek düşmez. Yine de etmezsem de olmaz. Uzun yıllardır bu film üzerinde çalıştığını defalarca okuduk, Cameron için. Filme dair en büyük olumsuz eleştiri senaryosuyla ilgiliydi. Bunun yanında bu tür bilim-kurgu örneklerinin bir sentezi olması da var elbette.


Film Pandora adlı bir gezegen de geçiyor. Cameron'un yarattığı bir gezegen. Yarattığı demem doğru olacaktır doğrusu. Zira 3D'nin de etkisiyle olsa gerek böyle bir yerin varlığına inanabilirsiniz. İnsanoğlunun başka gezegenlere kolayca gidip, oralarda üst kurup ve hatta oranın yer altı madenlerini ele geçirmesini konu alıyor film. Bunu yapabilmek ne zaman kolay olmuş ki Pandora da yapabilsin. Bugün ABD Irak'ı işgal edip oranın petrollerine sahip oluyor fakat en kanlı haliyle. Ehh bizim insanoğlunun hırsları bitmek tükenmiyor, kendi gezegenin de alacak bir şeyi olmasa gerek ki başka gezegenler de ki madenleri de ele geçirmeye çalışıyor. Bunun için karşılarında en büyük engel Na'viler. Na'viler insanlara göre baya gelişmiş bir canlı türü. İnsanlar gibi algılayabiliyor ve hareket edebiliyorlar. Fakat yaşam tarzları insanoğlunun doğayı tahrip etmesinin çok ötesinde doğayla barışık, onu sahiplenen bir biçimde. Kendilerine ait bir mitleri var. Savaşçılar. İnsanlar onlarla iletişim kurmak için önce onların arasına karşmayı deniyor fakat başarısız oluyorlar. Bu nokta da Na'vilere tıpatıp benzeyen genetik ürünler yaratıyorlar. Biraz insan, biraz Na'vi DNA'sıyla başarıyorlar bunu. Bu Na'vileri kontrol edebilmek de sadece o insan DNA'sı sayesinde mümkün oluyor. Kahramanımız Jake Sully Na'vi halkının içine ilk önce bir casus gibi giriyor. Onlardan biri oluyor. Uçuyor, koşuyor, savaşıyor. Uyandığında, yani insan olduğunda bütün bu bilgileri kendi gibi insan ırkına anlatıyor. zaman geçikçe Jake onlardan biri olmaya başlıyor. Yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu fark ediyor. Hatta kendini bir Na'vi gibi görmeye başlıyor desek yeri. Tabi bundan sonra Jake Na'vilerle beraber insanlara karşı savaşan biri oluyor. Doğrusu Na'vi oluyor.


Aslında bunların çoğunu filmi izlerken tahmin edebiliyorsunuz. Gerçekten de bakıldığında senaryo anlamında eski tip bir şey var karşınızda. Güçlü-güçsüz savaşı, kadın-erkek ilişkisi, kahramanlık v.s. Bu tür filmlerde bulabileceğiniz türden. Bir yerde şöyle bir şey okudum. Cameron milyon dolarlık yapımıyla, kapitalist dünyaya karşı savaşıyor. Cümle tam olarak böyle değildi, benim anladığım böyle bir şeydi. Film dünya da şuan bir fenomen haline geldi. İmdb'de bile en son baktığımda 37. sıraya kadar yükselmişti. Doğrusu görselliğiyle, yaratılan dünyasıyla film bunu hakediyor. Hatta bir sinema eleştirmeni değil ve beklentileriniz de çok yüksek değilse Cameron iyi bir iş çıkarmış diyeceksiniz. Sizi duygulandırabilen, heyecanlandırabilen, sürükleyici bir film Avatar. Tadı damağımda bile kaldı. Böyle filmlerin tutnunu değilim ama kaldı işte. Gitmenizi, en azından bir kaç saatliğine de olsa insan halinizden arınmanız için tavsiye ederim. Benden bu kadar.


Hoşça kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder